Eski Mısır Şiiri Üzerine Kısa Bir İnceleme





Eski Mısır Şiiri Üzerine Kısa Bir İnceleme



Sevgili okuyucu; sen benim yazılarımı ilginç, şaşırtıcı ayrıntılarla dolu, heyecan verici ve öğretici buldukça, benim yazan adam sorumluluğum da artıyor. Sen benim canıma mı kastettin ey okuyucu? Senden aldığım feyzle, acaba daha ne incelikte şeyler üretirim derdine düştüm. Gecem gündüzüm birbirine karıştı. Biraz merhamet... Bırakın da azıcık uyuyayım.



Kurdun kırk hikayesi varmış, kırkı da koyun üstüneymiş. Hocanın bilmem kaç hikayesi varmış, hepsi de sanat üstüneymiş. Hadi kuşanalım abaları, önümüzde rehberlerimiz, edebiyat anamızın bilmem hangi kocaları ... düşelim yollara. Bugün eski Mısır’a gidiyoruz, epey bir gergin açalım kanatları. Malum, yolumuz uzak. Kolay mı üç bin küsur sene hiç yere inmeden mavi özgürlükte kanat çırpmak?



Bu yazıyı, günümüz Türk şiirinin kısırlaştığını düşündüğüm için yazdım. Şimdi hemen ne ilgisi var diyeceksiniz. Eski Mısır şiiriyle kısırlaşmış Türk şiirinin ne ilgisi olabilir? Bence sadece eski Mısır şiirinin değil, tüm kültürlerin şiirleriyle direk ilgilidir Türk şiiri. Yada şöyle diyelim, diğer kültürlerin şiirleri de Türk şiiriyle direk ilgilidir.



Şiir neyi anlatır? ... Hayatı ... Yani? ... Yani başta aşkı, sosyal hayatı, tutkuyu, inancı, doğayı, düşleri, vs... Her şair dünyanın değişik yerlerinde ve değişik zaman dilimlerinde bunları anlattığına göre; bu durumda onlar, hayatı korumaya yeminli büyük bir ordunun askerleri değiller midir? Öyleyse birinin şiirini Arapça, diğerinin Çince ya da birinin İbranice bir diğerinin Türkçe söylemesi neyi değiştirir ki? Hepsinin şarkısı aynı yüceliğe söylenen aşk ve öfkeyi anlatmaz mı? İşte bu seslerden birini, eski Mısır şiirinin sesini duyurmayı deneyeceğim bugün size. Sanatın koruyucu tanrısı Tot yardım etsin bana. Başlıyoruz.



Yazımı parçalara bölmeyi uygun buluyorum. Hem birçok genç okuyucunun eski Mısır kültürüne hakim olmadığı düşüncesinden, hem de birçok okuyucunun şiire hakim olmadığı düşüncesinden ötürü, yazımı dört aşamada yazacağım.



Birinci aşamada kısacık da olsa genel bilgilendirme yapıp, sosyal hayata dair şiirleri inceleyeceğim. Sonra din merkezli şiirlere örnekler verip, günlük yaşayışa bir göz atacağım. En son bölümde de eski Mısır edebiyatı ve aşk şiirleriyle yazımı toparlamayı deneyeceğim.



Bence eski Mısır kültürünün özünde, insan ruhunun ölümsüz olduğu düşüncesi yatar. Ölümsüz ruh her şeyden keyif alacağı gibi, aynı zamanda ruhani bir erdemler bütününü de sürekli olarak yüreğinde taşır. Yani hem dünya nimetlerini ve sanatın inceliğini yaşa, hem diğer dünya için ibadet et!.. Dünya nimetlerini haram sayan, engelleyici ve sadece öteki taraf için yaşamayı salık veren zihniyetin tutsaklığından uzak olduklarından mıdır nedir, eski Mısırlıların ulaştıkları sanatsal yükseklik bugün bile göz kamaştırıyor.



Eski Mısır’ın tarihin ilk büyük imparatorluğu olmasının altında, kutsal önder kavramına dayanılarak yaratılan büyük bir ulus ve ölümü reddeden bir din anlayışı vardı bana kalırsa. Çünkü gerçekle ruhani olan öylesine iç içeydi ki, hangisi nerede biter, diğeri nerede başlar, asla ayırt edilemezdi. Eski Mısırlı Nil’in çevresinde tarım yapan bir toplumun savaşçı olmayan üyesiydi. Yerleşik düzeni benimsemişti. Bu anlayışta doğal ve zorunlu olarak kentleşmeyi getirmişti yanı sıra. Yerleşik tarım toplumu, ürünler için ambar yapımını, gıda ve taşıma ihtiyaçları içinde hayvanları ehlileştirmeyi zorunlu kılmıştı. Bu yerleşik düzen, bunca sene sonra bile tüm sosyolojik belirteçleriyle karşımızdadır. Eski Mısırlılar M.Ö. 4241 yılında, kesinliği bizi hayrete düşüren ve 365 gün ilkesine dayanan bir takvim icat etmişlerdi. Ancak zaman kavramları oldukça ilginçti. Nil Nehri’nin belirli zamanlarda taşması ve tarım hayatını olumlu ya da olumsuz etkilemesini ölçü aldıkları sanılıyor. Çünkü eski Mısır dilinde “yıl” kelimesi tarımsal bir terim olarak bildirilmektedir. “Yıl” sözcüğü hiyerogliflerde, tomurcuklanan bir bitki şeklinde resmedilmiştir. Tam anlamıysa, “kendini yenileyen”dir. Mısır takviminde dörder aylık üç mevsim vardı: Sel, Ekinlerin Çıkışı, Hasat... Ayrıca bu takvimde otuzar günlük on iki ay yer alıyor, her yılın sonuna beş gün ekleniyordu.





Konumuza ulaşmak ve onu daha iyi anlayabilmek için, bu toplumsal bilgileri kısacıkta olsa bilmekte fayda var. Hızla devam ediyorum özete ... M.Ö. 3500’e varmadan, Mısırlı tunç ve bakır madenini işlemeyi öğrenmişti. Savunma için güçlü kentler kurulmuş, tanrılarla ilgili efsaneler ya da günlük yaşamla ilgili ayrıntılar yazıya geçirilmeye başlamıştı. Ulaşım ve ticaret, Nil Nehri’nin avantajını iyi kullanan Mısırlı için bir zenginlik kaynağı olmaya başlamıştı.



Birinci hanedanın kuruluşundan başlayarak 400 yıllık sürede, Mısır kültürünün ilkel unsurları ağır bastı. Tanrı Firavun ve ona atfedilen sanatsal olmayan güzellemeler... “Eski Krallık” diye adlandırılan (M.Ö. 2900 – 2475 arası) dönemde devlet yönetimi olgunlaştı, madencilik ilerledi ve denizcilik güçlü bir pozisyonla; Finike’ye, Kızıldeniz’e ve hatta Somali kıyılarına kadar etkinliğini hissettirmeye başladı. El sanatları en yüksek olgunluğuna erişti. Ancak sanat ve edebiyatın atılımı Beşinci Hanedan döneminde başlayarak, aşağı yukarı 500 sene çıktığı zirveden inmemişti. İşte bu yazıda , sözü edilen dilimdeki eski Mısır şiirinin örneklerini inceleyeceğiz.



M.Ö. 2780 – 2270 yılları arası kabul edilen Üçüncü, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Hanedanlar dönemi , eski Mısır sanat ve edebiyatında da tam bir altın çağ kabul edildi. Heykel, süsleme sanatları ve şiir en yüksek düzeye ulaştı. Yazı kuralları kesinleşti. Müzik ve dans sanatında görülmemiş bir ilerleme sağlandı. (Yazımın ilerleyen bölümlerinde bu paragrafın içini kurcalayacağız.)



1. BÖLÜM : SOSYAL HAYATA DAİR



Mısır uygarlığının üstünlüğü, en çok sağlam toplumsal düzen ve iyi yönetimde aranmalıdır. Mısır’da yönetici olan her firavun, yeryüzünde yaşayan bir tanrı gibi hüküm sürmüştür. Bunun karşılığında Mısırlı, devletinin başına geçirdiği bu Tanrı – Firavun’u devletin ta kendisi kabul etmiş; onun her buyruğunu kutsal saymış, her yetkisini mutlak tanımıştır. Neden? Çünkü Mısır’da yazılı kesin kanunlar ya da adı konmuş kurallar yoktu. Onun için bağlı olduğu bereketli toprak ürün vermeye devam etmeli, zenginlik sürmelidir. Bunu başaran bir kuvvet olmalıdır; o kuvvet de Tanrı – Firavun’dur. Yani firavun, halkla tanrılar arasındaki manevi ilişkileri düzenlemekten sorumluydu. Hükümdar “her şeye kadir”di... Devletle firavun öylesine bir tutuluyordu ki, Mısır dilinde “hükümet”, “devlet” ya da “millet” terimleri bile yoktu. Böyle olunca da ölümsüzlük, firavunların doğal hakkıdır düşüncesi ve firavuna neredeyse tapılması kaçınılmaz oluyordu



İşte bu noktada eski Mısır şiiri, anlaşıldığı gibi ilkin firavunlara yazılmış güzellemeler ya da sanatsal olmayan övgülerle ortaya çıkar. Eski Mısır şiiri, sosyal hayatın tek hakimi firavunların tarihe armağanıdır desek pek yanlış olmayacak. “Sonsuz Hakan” şiirinde bakın firavun nasıl yüceltiliyor:



“Sonsuzluğa kadar sürecek varlığın,

Sen varoldukça sürecek sonsuzluk”




Eski Mısırlılar tanrısal firavunlarında üç kutsal nitelik ararlardı. “Hu”; (yetkili ve etkin konuşma) ya da (yönlendirici, yaratıcı buyruklar), “Sia”; (doğru görüş, duyuş, her şeyi anlama yeteneği) ve “Maat”; (adalet, iyi yönetim becerisi, hak, doğruluk ve gerçekçilik)... “Üçüncü Amenhotep İçin Övgü” adlı şiirde bu üç kutsal nitelik açıkça dile getirilmiştir



“...

O, hayatın ta kendisidir, serinlik veriyor ruha...

Halkını doyurmak için sebil ediyor hazinelerini.

Ardından gelenlerin karnı tok, sırtı pek...

Firavun demek, yiyecek demektir.

Bolluk fışkırıyor ağzından”




Sosyal hayatta çoğunlukla tarım insanı olan Mısırlı şairler, askerliğin ne kadar zor ve gereksiz bir iş olduğunu, bunun karşılığında katip ya da memur olmanın erdemi üzerinde çok yazı/şiir üretmişlerdir. Mısırlı baba oğluna öğüt olarak memur olmasını salık vermiş; savaşın kişiye şan getirmeyeceğini ve aşağılayıcı bir etkisi olduğunu anlatmıştır hep.



MEMUR ŞİİRİ




“Asker, sabahleyin kalkar kalkmaz azar işitir.

Sonra, bütün gün ya talimde,

ya savaş alanında zahmet çeker.

Sırtına yaman bir darbe iner sonra

Derken kafasına iki gürz vururlar.

Sonra gözünü patlatırlar,

burnunun direğini kırarlar.

Katip ol oğul:

mafsalların ince kalsın,

ellerin yumuşak...

Şanınla şerefinle,

beyaz fistanlar içinde dolaş;

Saraylılar selam versin sana.”




Okuması yazması olan, devlet işlerini yöneten, bir çeşit halkın kaderini belirleyen bu seçkin sınıf, devletin en gözde sınıfıydı kuşkusuz. Yönetici ve memur olmak; halkın dertlerini dinlemek, onlara rehberlik etmek son derece önemli bir erdem sayılırdı eski Mısır’da. Bu konuda daha çok Mısırlı önderlere öğüt niteliği taşıyan iki şiir parçacığı da elimizde.



ÖĞÜT ŞİİRİ – 1 –



“Öndersen,

halkı yönetiyorsan,

mükemmel olmaya çalış!

Yaptıklarında pürüz olmasın

Dürüstlük yücedir.

Değerli olan, sürekli olur

Kötülük,

önderi hiçbir zaman

sakin bir limana götürmez.”




Sizi bilmem ama, bence şahane bir şiir bu. Hele şu aşağıdakinin samimiyetine bittim



ÖĞÜT ŞİİRİ – 2 –



“Öndersen

dilek sunanları can kulağıyla dinle.

Dertlerini sana iyice anlatsınlar.

Sabırla kulak ver,

sertlik gösterme

Yakınanlar, derman bulamasalar bile,

içlerini döküp rahatlamak isterler.”




Her ne kadar önderlerine bu denli erdemli öğütler veren şiirler yazmış olsalar da, yönetimin çökmeye başladığı ya da en azından sekteye uğradığı dönemlerde papirüse dökülen dizeler her zaman yürek kabartıcı olmamıştır. Şairler öylesine bir duruş göstermişlerdir ki, neredeyse eski Mısır’ı onların dizelerinden ölçebiliyoruz. Bir çeşit barometre gibi... Aşağıya aldığım şiir bu düşünceme nasıl da hizmet ediyor.



ANKHU’NUN BOZUK DÜZENDEN YAKINMASI



“Olup bitenler, çileden çıkarıyor insanı :

...

Kargaşalık var ülkede, yıkımın eşiğindeyiz.

Kapı dışarı ettiler adaleti,

...

Tanrı buyruklarına aldırış eden yok

Gün doğunca baş çeviriyoruz,

gece olanları görmemek için.

Olup bitenler, çileden çıkarıyor insanı :

...

Memleket baştan başa tedirgin,

Ama ağzını açıp tek kelime söyleyen yok.

Masum insan kalmadı artık,

Herkesin işi gücü fesat.

Yürekler yas içinde, tasa içinde.

Komut verenle komut alan bir örnek,

İkisinin de dünya umurunda değil.

Her sabah kalkar kalkmaz görüyoruz durumu,

Ama düzeltmek için bir çabaya girişmiyoruz.

Dün neyse bugün de o...

Miskinlik sinmiş insanların yüzüne.

...

Ne acıklı bunu görüp de haykırmamak

Ama anlamayanlara dil dökmek daha (da) acı



...

Bugünlerde herkes sırf kendini dinliyor;

Kendinden başkasına inanan yok.

Hiç ilişki kalmadı gerçekle söz arasında...




Sanki günümüzü anlatıyor değil mi? Demek ki şiir acayip bi’şey... Çağlar değişir, kostümler değişir, dil, iklim, kültür, inanış değişir; ama sağlam şiir her zaman, her yerde, her koşulda yüreğimizi yakalar. Demek ki sağlam şiir ölümsüzdür.



2. BÖLÜM : DİN MERKEZLİ ŞİİRLERE DAİR



Ölümün ... hayattan başka adı yoktur” demiş John Updike bir şiirinde... (“Mısırlı, Ecelle Karşı Karşıya” şiirinin son satırı.) Bu zihniyet kuşku yok ki, eski Mısırlının din anlayışını en kestirme tarafından özetleyen bir dizedir.



Mısır tarihi boyunca üç büyük inanç egemen olmuştur: Tanrıların ve kutsal liderlerin (firavunların) sınırsız gücü, yaşamanın çok kıymetli bir armağan olduğu fikri ve ölümsüzlük inancı... Bu üç inanç öylesine “kendine münhasır” değerli kabul edilmiştir ki; kültürler arasında Mısır kadar iyimserliğe, varolmanın sevincine, tanrı ve doğa sevgisine bağlı olan başka bir kültür yok gibidir.

Mısırlılar dindar bir ulustu. Onların bölgesel ve evrensel tanrıları vardı. Bölgesel tanrılar ya hayvan biçiminde ya da hayvan başlı insan biçiminde düşünülmüştü. Evrensel tanrılar, genellikle insan gibi görülür ve öyle resmedilirdi. (Ama bunun kesin bir kuralı yoktu yine de. Örneğin, gökyüzü tanrısı Nut inek olarak da, kadın olarak da düşünülmüştü. Bunun yanında güzellik ve zevk tanrıçası Altın Hator hep alımlı bir kadın biçimindeydi.)

Eski Mısır’da, saptanabilmiş iki bin kadar tanrı adı kullanılmış.En uzun ömürlü olan Mısır tanrılarından biri, güneş tanrı Re ya da (Ra)’dır. Re Mısırlılara göre dünyanın yaratıcısıdır. Re’den bir kademe aşağıda Osiris ve İsis’le birlikte sekiz başka tanrı daha vardır. Osiris ve İsis’in oğlu Horus dokuz tanrıdan oluşmuş başka bir kutsiyetin başıdır.Güneşe tapan Mısırlılar, Horus’u doğan güneş, Re’yi öğle güneşi, Aton’u da batan güneş olarak görmüşlerdir



Bir başka tanrılar topluluğunun başındaysa Thot vardır. Thot, hep balıkçıl kuşu kafalı, insan gövdeli bir tanrı olarak resmedilmiştir. Thot; mevsimleri, yıldızları yöneten; hiyeroglif yazısını ve matematiği keşfetmiş; muhasebe, diller, büyücülük, hukuk hatta satranç oyununu bulan tanrı olarak kabul edilmiştir. Tanrıların katipliğini de Thot’un yaptığına inanılırmış.



Üçüncü bir tanrılar topluluğunun başkanı olarak da Ta adlı tanrı kabul görmüştür. Ta; tüm insanların manevi gücünün yansımalarını bünyesinde toplayan tanrıdır. Yani her duygu aslında onundur. Ancak Ta, insanlara yansımasını vermiştir. Yani tüm Mısırlıların duygularının tanrısıdır Ta. Şahin tanrı Horus Ta’nın yüreği, akıl tanrısı Thot’sa , Ta’nın dilidir. Ta sanatçıların ve yazarların koruyucusu olarak da bilinir. (Şu satırları yazarken, niye benim de koruyucu bir yazı tanrım yok diye hayıflanır gibiyim)



Bu kısa açıklamadan sonra artık Mısırlının din merkezli şiirine bir göz atabiliriz. Mısır şiiri, tanrıyı tek bir yeryüzü varlığı ve doğanın tümü olarak benimsemiştir. Yazarı belli ender şiirlerden biri olan ‘Dördüncü Amenofis’in Şiiri’ bu düşünceyi son derece açık bir şekilde destekler niteliktedir.



DÖRDÜNCÜ AMENOFİS’İN ŞİİRi



“...

Kanat çırpıp uçanların hepsi

Sen yükselince yaşar.

Gemiler sana özenerek

Gidip gelir ırmak boyunca.

Açılır bütün yollar

Sen geliyorsun diye

Sıçrar bütün balıklar

Yüzünü görmek umuduyla.

Işıltıların ulaşır

Taa denizin yüreğine.




Mısır’ın en kudretli tanrılarından biri kabul edilen Amon, Teb kentinin baş tanrısıydı. Amon’un gücü arttıkça kendisine bağlı rahiplerin gücü de aynı eksende artmıştı. Hatta öyle artmıştı ki rahiplerin gücü, Teb’in firavunu İkhenaton, rahipleriyle bir mücadeleye girmek zorunda kalmıştı. Firavun “tek tanrı” uğruna bir din reformuna tutuşmuş, rahipleriyse gelenekçi tutumlarıyla İkhenaton’un firavunluğunu bitirmişlerdir. (Tarihe İkhenaton’un zındık firavun, günahkar firavun adıyla geçmesinin nedeni tek tanrı reformu uğruna verdiği mücadeledir) İkhenaton isteğini gerçekleştirememiş, ancak (sanki müslümanların kutsal kitabı Kuran’dan bir ayet okuyormuşuz hissine kapıldığımız) kuvvetli bir şiir bırakmıştır günümüze.



REFORMCU İKHENETON’UN TEK TANRI ÜZERİNE YAZDIĞI ŞİİR



“Tanrı birdir, tektir, ondan başkası yoktur

Bir tanedir, O’dur her varlığı yaratan

Bir ruhtur tanrı, görünmeyen bir ruh,

Ruhlar ruhu, Mısır’ın yüce ruhu, kutsal ruh.

Ta başlangıçta vardı tanrı

İlk varlıktır O. Hiçbir şey yokken O vardı.

Her şeyi O yarattı kendi doğduktan sonra.

Başlayanların yaratanı, sonsuzdur tanrı

Zamanın başından sonuna kadar

Ezelden beri süregelen varlığı,

Sonsuzluğa kadar sürecek.”




Mısırlılara göre insanlarda en az iki manevi varlık vardı. En belirlisi olan “Ka”, insanla birlikte doğar, ömür boyu ayrı yaşar, ölüm anında vücuda geri dönerdi. Mumyacılık ve mezara ölünün resmini koyma usulleri bu anlayıştan doğmuştur. Böylece vücut bozulursa ya da kaybolursa, “Ka”nın mumyada, resimde, heykelde yaşamaya devam edeceğine inanılırdı.



Mısırlı, insanda bir de “Ba” bulunduğuna inanırdı. Ölümden sonra yaşayan ruh anlamına gelen “Ba”, önceleri sadece hükümdarlara ya da soylulara özgü kutsal bir ayrıcalıktı. Zamanla asillere özgü olan bu ölümsüzlük (Ba anlayışı) bütün Mısırlılar için mümkün görünmeye başladı.



Eskiden ölümsüzlük sağlamak için muhteşem, devasa, heybetli mezarlar, piramitler, tören yerleri yaptırmak gerektiğine inanılırken, artık iyiliğin insanı ölümsüzlüğe götüreceği inancı ağır basmaya başladı. “Geçici zenginlik şansla da gelir, hırsızlıkla da... Ancak “Maat” (dürüstlük ve iyilik) sonsuz mutluluğun tek yoludur” diye düşünen Mısırlı; işte bu inanışı uğruna piramitlere ya da mezarlara yiyecek, içecek ve süs eşyası koyardı. Bedeni gelecek çağlarda da yaşatmak için doğan mumya sanatı da, hep bu ölümsüzlük düşü uğruna yapılırdı.



Meraklısına Ek Bilgi : Mumyalama işleminde önce, beyin ve iç organlar çıkartılır, deri altına çamur ve kum doldurulurdu. Bütün bedene aşı boyası sürülürdü, yanaklara allık, dudaklara boya... Gözlerin yerine değerli taşlar yerleştirilir, vücut özel sargılarla sımsıkı sarılırdı. Sonra uzun bir tören yapılarak ölü görüyor, ölü duyuyor ya da konuşuyormuş gibi mumyalanan cesedin “canlandırıldığına” inanılırdı.



Mısırlının yaptığı mezarlarda da, göz kamaştıran piramitlerde de aslında ölüme meydan okuma, ölümü inkar etme anlayışı vardı. Birçok mezar buluntusunda; “Ey dünyada yaşayanlar, hayatı sevenler, ölümden nefret edenler...” yazması boşuna olmasa gerek... Yani Mısırlı, hem yeryüzünde yaşamaktan nasibini almak, hem de varolmanın zevkini sonsuzluğa kadar devam ettirmek istiyordu.



“Tertemiz Adam” ve “Güneş Tanrının Övgüsü” şiirleri bu anlayışı karşılayan en önemli şiir buluntuları kabul edilir



GÜNEŞ TANRININ ÖVGÜSÜ

“...

Re’sin sen, bütün varlıklar sana tutsak,

Aşkınla esir etmişsin hepsini.

Yukarılarda dursan da,

gün ışığı ayak izlerindir senin.

...

Sen batınca...

Yeryüzü ölü karanlığına gömülüyor

...

Sen ufuktan yükselip Aton gibi ışıldayınca,

Şölenler başlıyor

...

Uyanıp kalkıyor herkes senin uğruna

Gövdeler yıkanıyor, giysiler cicili bicili,

Kollar yükseliyor sana tapınmak için

Memleketin dört bucağında işe sarılıyor

insanlar şafaktan gün batımına kadar.




Ne güzel değil mi? Çalışmayı ibadet saymak fikri üç bin sene öncede ne kadar doğru, şimdi de öyle... Her ne kadar din, günümüzde bazı yönetici çevrelerce bir sömürü aracı olarak kullanılsa da, yine de Mısırlının bu din temelli şiirini çok samimi buluyorum ben. Hele şu aşağıdaki “Tertemiz Adam” şiiri bence bir erdemler bütünü, bir üstün yaşam felsefesi olarak duvara asılacak cinsten



TERTEMİZ ADAM



“Tanrım sana geldim işte

Gerçekleri bir bir sunmaya:

Senin uğruna ezdim kötülüğün kafasını

Kılına dokunmadım tek bir kişinin.

...

Dostluk etmedim değersiz kişilerle,

Ama kötülük de etmedim onlara

Böbürlenmedim faziletliyim diye.

Yüksek mevkilere ulaşmaya çırpınmadım

Kan kusturmadım (bu uğurda kimselere)

...

Hiç kimsenin canını yakmadım,

Aç bırakmadım tek kişiyi.

Ağlatmadım, öldürmedim

Acı çektirmedim hiç kimseye.

...

Hile karıştırmadım tartılara

Süt çalmadım çocukların ağzından.

...

Balık tutmak için

Yem yapmadım (başka) balıkları

Akan suları durdurtmadım,

Yıkmadım su yollarını

Yanan ocakları söndürmedim.

...

Asla karşı gelmedim Tanrıma.

Tertemizim, tertemizim, tertemiz.”




3. BÖLÜM : SANAT VE GÜNLÜK YAŞAYIŞA DAİR



Mısırlıların günlük yaşayışında sanat çok önemli bir yer tutuyordu. Daha doğrusu Mısır toplumu yaşamayı bir sanat gibi kabul edip kendini keyfe, eğlenceye ve güzelliğe vermişti.



ŞEN GÜNLER



“Şen geçir günlerini, bıkmadan, yorulmadan:

Ne malını mülkünü öbür dünyaya götürebilirsin

Ne de geri gelirsin öteki tarafa gidince.”




Eski Mısır’ın özellikle övülecek sanat ya da zenaati yoktur bana kalırsa. Bu renkli uygarlık hüküm sürdüğü üç bin yüz sene boyunca topyekün ve erişilmez güzellikte bir sanat ve zenaati miras bırakmıştır ardından gelen kültürlere. Övgüde birini bir diğerinden üstün tutmak çok zor: Mimari, gemicilik, takvim, resim ve heykel, şiir ve düz yazı, oymacılık, tıp, mumyacılık, taş işçiliği, dokumacılık, dans, çömlek yapımı, kuyumculuk, matematik ve astronomide yetkinlik, cam ve maden işçiliği, süs eşyası ve bugün bile göz kamaştıran takı tasarımı, mühendislik dehası anıtlar, ve saire, ve saire ... Peki bunu nasıl açıklamalıyız? Mısırlı için “yararlı” olan “iyi”dir. Bu pragmatik görüş en çok mimaride önümüze çıkar. Yani dehşetli yapılar piramitlerde ... Hemen hepsi İsa’dan önce 4000 yılından 2200 yılına kadar inşa edilmiş olan piramitlerde ... Hala tam olarak nasıl inşa edildiği açıklanamayan bu yapılar gerçek mimari şaheserleridir. Bunun yanı sıra Mısır kültürünün sembolü haline gelmiş olan Giza Platosu’ndaki büyük ve ünlü Sfenks de akıllara durgunluk veren bir mimari kalıttır. Dördüncü hanedan sırasında, 2600 yıllarında, taştan yontularak yapılmış bu anıtın yüksekliği 20 metredir. Kafası insan kafası, gövdesi aslandır.



Toplayacak olursak, eski Mısır’da başlıca üç sanat türünden söz edilebilir:

1 – Evlerde, gündelik işler için kullanılan eşya, araçlar, tas – tabak – çanak, süs eşyaları ve saireyle ilgili olan sanat.

2 – Ölüler için yapılan sanat: Mezarlar, maskeler, mumya sandukaları ve saire.

3 – Tanrılara, firavunlara, rahiplere adanan tapınak sanatı (Duvar süslemeleri, yazıtlar, dikili taşlar ...)



Dördüncü Amenhotep, Mısır’ın ilk gerçek düşünce ve sanat devrimini yarattı.



Güneş Tanrı Aton’a tek tanrı olarak tapılmasını devlet dini yapmaya uğraşan, bu uğurda başkenti ve kendi adını bile değiştiren (Amenhotep adı Güneş Tanrı’nın hizmetkarı anlamına gelen İkhenaton’a dönüşmüştür) bu firavun, sanatçıları gerçekçiliğe yöneltti. İnsanları oldukları gibi, yürürken, oynarken, konuşurken yani kısaca doğal halleriyle göstermelerini istedi. Bu dönemde geleneksel fantastik Mısır sanatı daha gerçekçi ürünler vermeye başladı. Edebiyatta hiciv ve mizah gelişti. Hatta şiirlerde açık saçıklık dönemi başladı. Adını bilmediğimiz Mısırlı kadın şairler son derece kışkırtıcı şiirler yazdı. (Bu şiirlerden iki tanesini 4. Bölüm’de “Aşk Şiirleri” incelemesinde sizinle paylaşacağım.)



Dördüncü Amenhotep, Mısır sanat tarihi için tam bir devrimcidir. Öylesine devrimcidir ki; sakatlığını örtbas etmeye çalışan Mısırlı ressamlara bile karşı çıkmış; kendisini olduğu gibi resmetmelerini istemiştir. Mısır sanatının şaheserlerinden kabul edilen, hatta kadınlığın sembolü sayılan heykellerin ve resimlerin sahibi Nefertiti’yle evlenmiştir. (Nefertiti kız kardeşidir)

Dokumacılıkta da (özellikle ketende) yirminci yüzyıla kadar Mısırlılardan daha üstün ve daha kaliteli bir keten üretemedi dünya... Sonra rastık, allık, dudak boyası, sürme, saç ve tırnak boyası, kına, takma saç ve parfümde de Mısırlı, günümüzde bile hayranlık uyandıracak bir kültüre sahipti. Tıp alanındaki yazıtların ilki de bu kültürün ürünüdür.



Ancak Mısır sanatı ve uygarlığının en ayrıntılı şaheseri ve en ilginç örneğini bize sunan anıt, hiç kuşkusuz Tutankamon’un mezarıdır. Tutankamon yirmi yaşına varmadan ölmüş önemsiz bir hükümdardı. O kadar önemsizmiş ki, sonraki firavunlardan biri, kendi mezarını onunkinin üzerine kurdurmuş. Tutankamon’un mezarı altta kalınca da erişilmez duruma gelmiş. Yüzyıllar boyunca Mısır’daki mezarları soyan hırsızlar, bu yüzden Tutankamon’un mezarını bulamamışlar. Böylelikle gizli kalan bu muhteşem eserlerle dolu mezar, 1922’de İngiliz arkeolog Howard Carter sayesinde gün ışığına çıkarılmıştır.

,

Mısır kültürü ve sanatının hiç tartışmasız en ilginç ve en nefis bulgusu hiyeroglif yazısıdır. Sağdan sola, soldan sağa, yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya yazılıp okunabilen bu güzel görünüşlü yazı, kuvvetli ihtimalle Mısırlıların kendi icadıdır. (Sümerliler, Mısırlılardan önce yazı kullanıyorlardı ama, Mezopotamya’daki çivi yazısıyla Mısır’ın resim-hiyeroglif yazısı arasında bir ilişki ya da benzerlik yoktur.)



İşte size hiyeroglif harfleriyle yazılmış olan “Ölüm” isimli şiir



Ölüme yazılmış bu tür şiirler sizi yanıltmasın, daha önceki bölümde uzun uzun anlattığım yaşama sevinci, Mısırlı için ecele karşı bir zaferdi. Mezarlar ve tapınaklar, ölümden sonra hayatın devam edeceğine inanıldığından ötürü, doğa güzelliklerinin, bayram ve şenliklerin, ziyafet ve oyunların resimleriyle süslenirdi.



“Yarınından ürkerek yatağa girme sakın

Düşünme ertesi gün nasıl geçecek diye

İnsan bilmez yarın neler getirecektir,

Tanrının elindedir yarının gerçekleri.”




Mısırlı her zaman eğlenceli yaşamın tadını çıkarmıştı. Yoksa tapınağının duvarına ya da kentine diktiği anıtın üzerine; “Günümüzü gün etmeye bakalım / Eğlenelim, coşalım / Sessizlik ülkesine gideceğimiz güne kadar...” diye yazar mıydı? (Biz bu anlayışa yıllar sonra “Carpe Diem” (Günün tadını çıkar) diyeceğiz.)



Bu bölümü nefis bir şiirle kapatmadan, dağılan zihinleri toplayalım. Mısırlı, insan aklını dünyayı yöneten ve hayatın önemli unsurlarını yaratan bir kudret olarak görmesiyle, uygarlık tarihinin başlıca entellektüel başarılarından birini gerçekleştirmiştir. Mısırlının aşağıdaki şiirde sanatçıya verdiği olağanüstü değere şapka çıkarmamak mümkün mü?



SANATÇININ AYDINLIĞI ŞİİRİ



“Elinde keskiyle çalışan sanatçı

Tarlayı belleyen ırgattan fazla yorulur

Akşam olunca yan gelip yatar mı?

Ne gezer?

Kolları koparcasına çalışır

ortalığı aydınlığa kavuşturmak için.”




4. BÖLÜM : ESKİ MISIR EDEBİYATI VE AŞK ŞİİRLERİNE DAİR




Mısır edebiyatının ilk örnekleri, din yazıtları, ilahiler, firavunlara övgüler ve zafer kutlamalarıdır. Mısırlılar yazı ve şiirlerini genellikle duvarlara kazırlar, papirüs üstüne ya da defterlere geçirirlerdi. Yazı için en çok kamış kalem kullanılırdı. Papirüs pek dayanıklı olmadığı için, çok sayıda metin zaman içinde kaybolup gitmiştir. Papirüsten daha dayanıklı yazı malzemesi kullanılmış olsaydı bugün evimizde belki de yüzlerce, hatta binlerce edebiyat örneği ve tarih belgesi bulunacaktı.



Mısırlılar, dile gerek edebiyat ürünlerinde ve gerekse günlük yaşayışlarında çok önem vermişlerdi.



DİLİN GÜCÜ



“Güçlü olmak istersen söz ustası ol.

Dil, yiğit elindeki kırbaç gibidir.

İyi konuşan daha merttir iyi dövüşenden.

Dize getiremezler yüreği aşkla dolu olanı.

İyilikle, adaletle hüküm sürer

atalarının dilini güzel konuşan.”




Ne güzel söylemişler... Ne güzel, ne sade... Mısırlıların, “söz hünerlerin en zorudur” düşüncesine özel bir önem vermesinin altında; katip ve memurların Mısır devlet siyasasındaki konumlarına verdikleri değer, hiyeroglifleri güzelleştirmeleri ve edebiyatta (özellikle) şiirle çok uğraşmalarının izlerini aramalıyız. Bu görüşü destekleyen iyi bir şiir örneği var elimizde.





YAZARLIĞA ÖVGÜ



“İnsan ölüp gider,

Toprak olur eti kemiği.

Çökmek ve çürümek herkesin alın yazısı

Ama okurlar var oldukça,

yazanlar sonsuz yaşar.”




Mısır edebiyatının en önemli iki türü din merkezli şiirler ve aşk şiirleridir. Din merkezli şiirleri daha önce incelemiştik. Şimdi isterseniz buyurun aşka gidelim.

En eski erdemli öğütler kitabının yazarı Ta-hotep, yazıtında; “Vaktini iyi kullanmayanlardan hayır gelmez. Onlar zamanın katilleridir. Çalışarak varlığını arttıran insan, servetini de arttırır. Ölümden sonra bile serveti sonsuz olur” derken, şairlere birer altın bilezik armağan ettiğini biliyor muydu acaba? Bugün bile altın kıymetinde olan bu öğüt, sanatla uğraşanların desturu olmalıdır bence.



Eski Mısır’da sanat asla sanat için olmamıştı. Sanatın ya da edebiyatın belirli toplumsal ve dinsel amaçlara hizmet etmesi istenirdi. Örneğin tarihin en değerli buluntularından biri kabul edilen “Kadeş Anlaşması” (M.Ö. 1269) tableti ve bazı tapınak duvarlarındaki Kadeş Savaşı yazıtları, Hititlilerle savaşan Mısır firavunu 2. Ramses’in kahramanlıklarını manzum bir destan olarak işler. Yani tarihin ilk nehir-şiir örneklerinden biri olarak karşımızdadır hala...



Mısır edebiyatının bir diğer ölümsüz eseri de, “Ölüler Kitabı”dır. M.Ö. 1600 yılında başlayan Yeni Krallık döneminde, mezarlara ve tapınaklara yerleştirilen çeşitli büyü metinlerinden oluşmuş bir derleme olan Ölüler Kitabı, ölülerin ölümsüz olmasına ve kutlu varlığına sonsuza kadar yardım amacıyla yazılmıştır. Birçok şiir gibi, bu derlemenin de kimler tarafından yazıldığı (çoğunlukla) bilinmemektedir. Minicik bir örnekle Ölüler Kitabı’nın içini anlamayı deneyelim.



“Ben dünüm, bugünüm, yarınım.

Varlığımla dolmayan gün yoktur.

Benim açtığım yoldur şimdiki çağ.”




Bana çok ilginç gelen bir ayrıntıyı paylaşmadan geçemeyeceğim. Hemen her firavunun sarayında, bir şairin görevli olduğunu saptadı araştırmacılar... Düşünsenize, bir şair sarayda ne görev için tutulur?.. Bu resmi şairlerin işi, olsa olsa firavuna kaside düzmek, önemli günler için şiirler hazırlamak ya da din törenleri için ilahiler yazmak olabilir, değil mi? Bir şair sarayda başka ne yapabilir ki? Yani sevgili okuyucu, bu muhteşem bir yapılanma değil mi sence de? Edebiyata hakim olmak, asil olmanın, tanrıyla eş tutulan firavunun yanında olmanın birinci koşulu olarak düşünülmüş. Yani edebiyatı, tanrısal bir ayrıcalık ve üstünlükle taltif etmiş Mısırlı... (Günümüzde ayaklar altında ezilen, öz gururunu magazine peşkeş çeken işbirlikçi sanat tüccarlarının elinde, her gün uğradığı tecavüzün aşağılanmasını yaşayan şiirimiz, üç bin yıl önceki saygınlığın yanında zehirli bir tütsü gibi ciğerimizi yakıyor)



Şimdi o güzel aşk şiirlerinden birine yaklaşalım da, yüreğimiz gönensin.



ŞEN TÜRKÜ



“Ben seninim sevgilim,

Bütün güzelliğimle senin.

Çiçeklerle, kokulu otlarla

Süslediğim bahçem gibi senin...

...

Kol kolayız,, el eleyiz...

Tepeden tırnağa huzur içindeyiz.

...

Sesin şarap gibi iç okşayıcı,

Seni duydukça güzeldir yaşamak.

(Seninle olmak, devirmektir tanrının doldurduğu aşk bardaklarını)

En güzel yemeklere,

en keskin içkilere değişmem

yüzümde gezinen bakışlarını...”




Mısır şiirinde uyak hiç yok dense yeridir. Zaten şiirlerin çevirilerinde de, incelemesinden çokça yararlandığım sayın Talat S. Halman hocamız da; “çeviriler, orijinal şiirlere sadık, ama Türkçe’nin özelliklerine uygun olmaları düşünülerek okuyucuya sunuldu” demektedir. Eski Mısır şiirinde vezin ve uyak bakımından kesin bir yargıya varılamamasının nedeni olarak, uzmanlar, Mısır yazısında sesli harflerin belirtilmemiş olmasını gösterirler. Ancak kendi içinde bir ritm düzeni olduğu da bellidir. Ortak kanı, şiirlerin şarkı ya da türkü formunda ve saz eşliğinde söyleniyor olduğudur.



Hiciv ve mizah da, Mısır edebiyatında önemli bir yer tutmaktaydı. Bu özel şiir yapısında dizeler kısa ve ritm vurgusu armonikti. “Seni Seve Seve” şiirinde olduğu gibi.



SENİ SEVE SEVE



“Senin o tatlı soluğunu sindiriyorum içime

Eşsiz güzelliğini seyrediyorum her gün.

...

Seni seve seve gençleşsin diyorum bedenim.

Ruhumu okşayan ellerini ver bana

Ellerini tutarak yaşasam diyorum

Adım düşmesin dilinden ... sonsuzluğa kadar.

...”




Yazımı bitirmeden önce birkaç aşk şiirinden yaptığım bir düzenlemeyle baş başa bırakayım sizi.



SEVGİ EZGİLERİ



“...

Dedim ki: Sevgilim yaşatır beni

adını duysam dirilirim

Canıma can katar yolladığı haberler

Sevgilim, ilaçların en güçlüsüdür,

üstündür bütün ilaçlardan.

Sağlığım onun gelmesine bağlı,

onu bir görsem bir şeyciğim kalmayacak.



Sevgilimi görme (saati) yaklaşırken,

Güzelliğin böylesini...

Gönlümde sonsuz bir sevinç.

Sonsuz zaman geri alamaz,

bana sevgilimin getirdiğini.

...

Ey sevgilim,

Sonsuzluğa kadar sürecek varlığın,

Sen var oldukça sürecek sonsuzluk.




Son bölümde, ölümsüzlüğü yakalamayı başarmış, komplekssiz, duygularından emin, Mısır’ın kadın şairlerinden (belki de aynı kişinin) erotizm kokan iki şiiri üst üste sunmak istiyorum.



HOŞ TÜRKÜ



“Mekmek çiçekleri, barış getirin bize!

Yüreğimin sözünü dinleyeceğim artık.

Sen beni kucaklayınca,

Saçtığın ışık öyle parlak ki,

gözlerime merhem sürmem gerekiyor.

...

Bütün erkekler içinde sensin benim erkeğim

...

Yeryüzü aydınlığa gömülmüş :

Ne olur, birlikte uyusak böyle.

(Zaman dursa)

Sonsuzluğun sonuna kadar


...



EROTİK SEVGİ ŞİİRLERİ



“Yemek vakti gitmek istiyorsun demek?

(Demek) senin asıl sevgilin yemek

Bu telaş niye?

Giysi satın almak da niye bu saatte?

Üzme tatlı canını sevgilim

Yatağımın örtülerinden (daha iyi bir giysi) yok bizim için

Susadın mı?

Al memelerimi

Bak, dolmuş taşıyorlar.

Güzellikleri lotüs çiçeği gibi

Memelerim, dünyanın en güzel yemişleri

...

Memfis’e gidiyorum ırmak boyunca

Koca tanrı Ta’ya diyeceğim ki:

“Gerçekler tanrısı Ta,

bu gece sevgilimle yatır beni.”

Ahh, bunu düşünmek bile şaraba çeviriyor ırmağı,

(titretiyor bedenimi)

..

Seninle olmak sevgilim,

Güneş kentinde olmak gibidir

Ağaçlarla dolu bahçeye dönüyorum,

kucak kucak çiçekle…

...

Görüyorum,

Ayaklarının ucuna basa basa yaklaşıyorsun,

beni arkadan (kucaklayıp) öpmek için

Ağır ve hoş kokular saçan saçlarımı öpmek için...

Sen kollarını dolayınca boynuma

Firavun olmuş gibi seviniyorum.”




Üç bin senelik yolculuğumuzu, üç bin senedir eskimemiş ve daha (görürse eğer) üç bin sene daha eskimeyecek bir şiirle bitirelim.



YÜREĞİN ŞEN Mİ?

“Tanrının elinde yoksul musun?

Eksik olsun ambarlarda servet.

Yüreğin şen mi, için ferah mı?

Olmaz olsun,

üzüntü kumkuması zenginlik.”

Arşiv